Ahmed Hulusi kuantum potansiyeli videosuBiz annemizden doğduğumuz andan itibaren, hep normal şartlanmaların gereği olarak beden boyutu ile birlikte yaşamanın gereği olarak, bu ortamda ve bu alemi algılayarak yaşadığımız için bu olayın hiçbir şekilde farkından değiliz. Hep dünyada yaşıyoruz, çevremizde her şey var ve biz dünyanın içinde dolaşıyoruz falan diyoruz.
Halbuki bugün bilimin mutlak olarak tespit ettiği üzere hiçbir bilim adamının itiraz edip hayır diyemeyeceği bir biçimde Gözün nasıl gördüğü, beyinde görüntünün nasıl oluştuğu sabit. Kesin. Kesin olay ne, kesin olay herhangi bir nesnenin üstünden yansıyan ışık dalgası, ışık frekansı göz bebeğinden beyne geliyor, veya koku frekansı burun üzerinden, burundaki reseptörler üzerinden beyne gidiyor. Ses frekansı kulak üzerinden beyne gidiyor, veya bunun dışında daha henüz bilemediğimiz çevremizde ki nesne veya varlıklardan gelen dalgalar, bir şekilde beyne ulaşıyor, beyin o dalgaları kendi içinde konverte ederek şu gördüğü şeyleri görüyor.
Dolayısıyladır ki bu gördüğün her şey, gördüğün, kokladığın, duyduğun her şey istisnasız, beynin içinde meydana gelen çok boyutlu hologram dünya denen şeyin ta kendisi.
Dışarıda bunlar var mı yok mu?
Dışarıda bunlar muhtemelen var. Var ki onlardan gelen bu dalgalar benim beynimin içinde bu görüntüleri meydana getiriyor. Ama dışarıda var olan bu nesnelerin hiç birisi benim beynimin içinde orijini ile yok. Nasıl var? Her biriniz den her bir nesneden enstantaneler geliyor benim beynimin içine.
Şimdi video kamera ile çekiyoruz. Video kamera ile çekerken ne oluyor, şimdi video kamera hem bu sesi alıyor, hem bu görüntüyü alıyor. Ama video kamera şu anda benim içimdeki duyguları, içimden, kafamdan geçen düşünceleri veya bedenimin iç bölümündeki çalışmaları, faaliyetleri, oluşumları hiç birini almıyor. Sadece enstantane alıyor.
Dolayısıyla benim beynimin içinde ki hologram dünyamda sizlerin her biri enstantanelerden oluşan video albümler şeklinde mevcut. Yani ben seni hatırlıyorum, düşünüyorum dediğim zaman, senin video albümün çıkıyor karşıma. Belirli tarihlerde doldurulmuş video albümleri hafıza diye söylenen, memory diye söylenen bir biçimde beynimde arşivden alınıp okunmaya başlanıyor. Beyin onu okuyor.
Dolayısıyla ben dediğim şey beynimin içinde kendi çok boyutlu hologram dünyasında yaşayan bir varlık. Kim olursa olsun herkes bu durumda. İstisnasız. Yeryüzünde bir bedenle bir beyinle açığa çıkmış olan herkes bu dediğim olayı yaşıyor.
Annem bir video albüm, babam bir video albüm, kardeşim bir video albüm oğlum bir video albüm, kızım bir video albüm, akrabalarım video albüm, arkadaşlarım video albüm, her şey beynimin içinde bir video albüm olarak memorimde hafızamda mevcut. Enstantaneleriyle oluşmuş bir albüm. Ve benim bütün dünyam işte o.
Birisine kızdığım zaman kızdığım, kafamın içindeki o video albüm. O kişinin, o ismin altındaki video albüm. Kavgam onunla, ötekine ulaşmıyor. Kavgam onunla, sevincim onunla, mutluluğum onunla, üzüntüm kızgınlığım her şeyim onunla. Kah o kütüphaneme girmiş video albümler benim zebanim oluyor, ona olan kızgınlığımın, hırsımın, üzüntümün altında ezilip zebun oluyorum. Kah ta o benim hurim, güzelliklerim oluyor. Ondan keyif alıp yaşıyorum.
E peki yani beyinin içinde görüntü olur mu, nasıl olur beyinin içinde nasıl olur?
Çok basit. Gece uyuduğun zaman rüya görüyor musun, görüyoruz. Gördüğün rüya nerede oluyor. Dışarıda oluyor da dışarıyı mı seyrediyorsun? Hayır. Hani ona rüya diyorsun ya; aslında ona rüya demeyip, ona da çok boyutlu hologram dünyam diyebilirsin. Eskiden dünyadan geçim rüya diyebilirsin ama ona da çok boyutlu hologram diyebilirsin, hologram dünyam diyebilirsin. Veya tersine gündüz şu yaşadığı süreçte gördüklerine de gündüz rüyası diyebilirsin. Yani beyninin içinde gördüğün, dışsallıkla alakası olmayan şeye eğer rüya diyorsan, bu anlamda kullanıyorsan onu, bu da gündüz rüyası.
Dolayısıyla herkes şu anda dünyada değil, dünyasında yaşıyor. En azından gece yatağa eşinle girdiğin zaman nasıl sen kendi dünyanda yaşıyorsan, eşin kendi dünyasında yaşıyorsa, bu gündüz de her an aynı. Sadece onunla bir süre konuşmuş olman, onun dünyasını senin paylaşman demek değil. O dünyasında sen dünyanda yaşıyorsun, sadece aranızda bir iletişim var.
Sen sanki dünyanın üzerinde gerçekten yaşıyor, hayır, Beyninin içinde yaşıyorsun. Beyninin içinde ki hologram dünyanda yaşıyorsun.
Ve hatta işin daha da öte tarafı var, karanlık tarafı. Şimdi bugün biliyoruz ki beyinin içinde hiçbir şey yok, sadece beyin nöronlar yumağı. Yüz milyarlarla rakamlardan oluşan, zaten kesin tespit yapılmamış, tahmini rakamlar, altında üstünde kalsın, nöronlar yumağı. Orada ışık diye bir şey yok, bu gördüğünüz ışık falan bir şey yok. Aslında beynin içinde bunlar olmadığı halde, beynin içinde herhangi bir ışık vesaire olmadığı halde, beynin içinde bu görüntülerin hiçbiri gerçek olmadığı halde beyin kendi dalga çözücü konvörtüyle bu görüntüyü gördüğünü oluşturuyor. Benin içinde ne ışık var, ne başka bir şey var.
Ama beyin öyle bir beyin ki bütün bunları kendi içinde var ediyor. Allah’ın kuvvet ve kudreti ile beyin bu görüntüleri yaratıyor. Olmayan şeyi var mı?
Şimdi beyin diyoruz. Adına beyin dendiği için beyin diyoruz. Öyle gelmiş ama beyin dediğimiz şeyin gerçekte dediğim gibi yüz milyarlarla hücreden oluşan, nörondan oluşan bir kütle olduğu biliniyor.
Beyin son beş yıl içinde gelişen bilgilere göre beyini oluşturan, beyin adını verdiğimiz yapıyı oluşturan beyin hücreleri olan nöronların her biri diğerinden farklı frekansla çalışıyor, frekans ihtiva ediyor. Her biri bir diğerinden farklı frekans ihtiva ediyor.
Şimdi, tekrar göze gelelim; Gözün beyne ilettiği dalgalar, frekanslar, cm nin 4/10.000 ile 7/10.000 arasındaki frekanslar dalgalar. 4.000 ile 7.000 Angstrom arasındaki dalgalar.
Şimdi 4.000 – 7.000 Angström dediğimiz 4/10.000 – 7/10.000 arasındaki dalgalar gibi, 16 ile 16.000 herz arasındaki dalgaları da biliyoruz, kulağa hitap ediyor, kulaktan geçiyor ulaşıyor, onun gibi radar dalgaları var, uzun dalga var, FM dalgaları var, dalga var oğlu var. Yani nasıl var?
Şimdi şu ortaya bir ince jilet gibi ince bir aralık çiz bir şeyin üstüne, bu jilet aralığı kadar boşluk yap mesela onun arası gözün gördüğü dalga aralığı onun üstü sonsuz dalga boyları, değişik frekanslarda sonsuz dalga boyları, yine onun altı sonsuz frekanslarda dalga boyları. Beynimize gözümüzden gelen o jilet aralığındaki 3.000 Angströmluk bir alandaki dalgalar. Arada o jiletin inceliğinden daha ince de bir alan var, o da ses dalgası diye geliyor. Rasgele şuralardan bir yerden de koku dalgaları dediğimiz dalgalar geliyor falan. Ama alt ve üst sonsuz bir dalga skalası. Yani varlık bu dünyalar, galaksiler, evren tümüyle hakikati itibarıyla bir dalga okyanusu. Frekans okyanusu. Evren bir frekans okyanusu. Bu frekans okyanusu olan evrende bu dalgaların birbirini çözümlemesi suretiyle algılanan varlıklar söz konusu.
Dünya bir dalga frekansı kütlesi, güneş dalga frekansı kütlesi. Galaksi dalga frekansı kitlesi, beden dalga frekansı kitlesi bütün mahlukat bildiğimiz dalga frekansı kitlesi. Bütün yaratılmış diye bildiğimiz, alemlerdeki bütün canlıların orijinal hakikati, dalga frekansı kitleleri.
Her biri kendi yoğunlaşma veya kitleleşme diye tanımlayacağım, çünkü bir adı yok. Şekline göre bir tür oluşturuyor ve o türü algıladığı frekanslar o türün dünyasını meydana getiriyor. Dolayısıyla alemde ki dalga okyanusundaki evren içre evrenler diyebileceğimiz o yapıdaki türler sonsuz. Bunların her biri kendi boyutunda, kendi frekansında varlığını sürdürdüğü içinde diğerleri ondan bi haber. Yani gerçekte farklı boyutlar yok. Orijinde tek bir boyut var. Frekans okyanusu. Bu frekans okyanusunda sonsuz dalga boyutu ve dalga boyutu çözümü var.
Ben dediğim şey ne? Beni ne meydana getirir. Önce Ben kelimesi ile herkesin bildiği ve ortak olarak kullandığı “ben” den söz edelim.
Bu oluşmuş ben’dir. Oluşmuş ben daha spermle yumurtanın birleştiği anda başlayarak oluşan genetik verilerin daha sonra beyinin aldığı çeşitli astrolojik etkilerle de şekillenen özellikleri ve daha sonra da bedeni beyne yönelik istek ve arzularının taleplerinin beyin tarafından cevaplanması suretiyle oluşan ve kendini bu beden kabul eden bir ben meydana gelir.
Bu ben özellikle ikinci beyin tarafından oluşturulur. Bedenimizde ikinci bir beyin var. Son bilimsel araştırmalar tarafından açığa çıkarıldığı üzere bağırsaklarda milyonlarla veya yüz milyonlarla nöron tespit edildi. Beyin hücresi. Bu nöronlar bağırsaklarda üretilen bir kısım hormonları ve salgıları kimyasalları beyne yollayarak bedensel istek ve arzuları meydana getirir.
Ben yoruldum, ben yemek istiyorum, ben su istiyorum, ben acıktım, ben sex yapmak istiyorum gibi bütün bu istek ve arzular ikinci beyin diye bahsedilen The second brain diye tanımlanan, ki bu isimde İngilizce yazılmış ABD li çok ünlü bir Doktorun araştırma sonucu yazdığı bir kitap var. second brain ismiyle.
Bu ikinci beyin bu beyini kontrol ediyor. Doğduğun andan itibaren bu tamamıyla burayı ana beyni yani asıl beni kontrol altına almış olduğu için sen onun yönetiminde ve esaretinde dünyaya gelmiş durumda olduğun için de, onun seni yönettiğini hiç fark etmiyorsun, sen kendin bir şeyler yapıyorum zannediyorsun. Halbuki seni yöneten, sana ne yapacağını emreden bu ikinci beyin, bağırsaklardaki ikinci beyin.
Bu ikinci beyin ana beyinde şartlanmalara ve değer yargılarına göre kendi istek ve arzularını sana yaptırtıyor. Laf arasında buna tasavvufta nefsi emare denir. Emreden nefs. Emreden nefs diye bahsedilen nefsi emare işte bu karındaki veya diğer bir tabirle arz da ki ikinci beyin.
Sana kendini madde kabul ettirir ve sadece madde peşinde koşmayı emreder. Maddi zevklerini maddi arzularını tatmin için seni yaşatır. Hayvani değerlerini ortaya koydurur.
Eski düşünürler öyle demişler; insana hayvanı natık, düşünen hayvan demişlerdir. Veya gelişmiş hayvan demişlerdir. İşte o en gelişmiş hayvan tabiri, insanın bedenine aittir. Çünkü insan bedeni tamamen hayvansal özelliklerle yaşar. Bütün hayvanlarda ortak olan özelliklerle yaşar. Yeme içme, uyuma, sex yapma üreme vs. bunların hepsi, bütün hayvanların ortak tarafıdır.
İşte bu bağırsak beynindeki istek ve arzuların kaynağı, seni bulunduğun çevrenin şartlandırdığı şekilde, Şöyle otur, şöyle kalk, şöyle beraberliklerin olsun, şunları ye, bunları iç, bunları tüket vs. gibi. O şartlanmalara dayalı bir biçimde o ye der, o yemek istiyorum der, o sex istiyorum der, çevre şartlanması da onun isteğini nasıl oluşturacağını meydana getirir. Bu sistem sen de otomatik olarak çalışır. Bu otomatik olarak çalışan sistemi de sen “ben” lenirsin, ben böyle istiyorum dersin. Halbuki beyinde otomatik çalışan bir sistem.
Eğer herhangi bir şekilde; sen de ya tamam yiyorum, içiyorum sex yapıyorum, uyuyorum, bilmem ne yapıyorum falan bunların hepsi de hayvanlara ait özellikler. Yani benim insan kelimesi ile etiketlenecek yanım neresi. Ben neyim. Ben sadece yiyip içip, uyuyan ve bir süre sonra yok olacak olan bir hayvan mıyım sorusunu düşünmeye başlarsan işte bu ikinci beyin sende sultasını sürerken, hükümranlığını sürerken kaçamak olarak, gizli de saklı da kendini araştırma kapısını açar.
Bunun için de burada sana yol gösterici iki yol var. Ya sana bunun ötesini, anlatan bir takım zevata inanacaksın, inanmak zorundasın, çünkü bunun herhangi bir materyal olarak önüne getirilip konması, üstünde çalışman mümkün değil, soyut bir kavram. Ya da eğer 21. yy. başlarında dünyaya gelmişsen o zamanda bilimsel, kesin tespit edilmiş realitelere dayalı olarak düşünüp sorgulamaya başlayacaksın. Çünkü biz işin inanma yönünü bir yana koyup bilimsellik üstünden hareketle olaya bakalım.
Bilimsellik üzerinden baktığımız zaman ilk ana olarak karşımıza çıkan realite beyninizin içindeki gördüklerimizin yaşadıklarımızın hepsi de beynimizin içindeki hologram dünyada olup bitiyor, dünya sahnesi bir tiyatro gibidir sözü üzere, gerçekten şu bütün yaşadıklarımız, gördüklerimiz her şey bir tiyatro sahnesi, ve bu sahne de beynimizin içinde. Tamamen birbirinden ayrı, birbiriyle alakası olmayan kozalarız. Her ne kadar birbirimize yaydığımız dalgalar ulaşıyorsa da, sadece ulaşan dalgalar kadar bir birimizden haberdarız. Demin enstantaneler diye anlattığım olay. Sizlerden bana sadece enstantaneler geliyor. Sizin iç dünyanızı hiçbir zaman bilemem. Ne ben seni bilirim ne de sen beni bilirsin. Senden bana akseden sadece enstantane. Bana falanca dendiği zaman, o falanca dan sadece bana yansıyan sadece bir görüntü var, o kadar. Bunun ötesinde onu tanımam, bilemem, hiçbir zaman bilemem.
Enstantaneler dünyasında yaşıyoruz, enstantanelerden oluşmuş albümlerle yaşıyoruz. Burada bunu yaşarken de ne bunun farkındayız, ne de yaşamımıza ikinci beyinin göndermekte olduğunun farkındayız.
Şimdi enteresan olan bir olay var beyinde.
Beyinde 3 ana yapı var. Başka bölümler de var ama onlar daha ağırlıklı değil bunlara göre. Hayvansı insanın oluşumundaki ana yapı arka beyin serebellum denen bölge. Burası eğitimle tecrübe ile deneme ile, üzerinde tekrarlarla, antrenmanla edinilen bilgiler. Ha senin birtakım şeyleri tecrübe ede, edeyerek öğrenmen, ha da bir sıçanın bir labirentin içinde peynirin yerini öğrenip, tecrübe ile koku ile gidip gelmesi, onu eğitim haline getirerek, alışkanlık haline getirerek şartlayıp yerini bulması. Serebellum’un arka beyinin özelliği. İnsandaki serebellum daha geniş bir alan, diğerlerindeki daha düşük bir alan.
İkinci önemli alan insanda ki amigdala. Beynin içinde şu tırnağım kadar olan bir bölüm. Bu bölüm sendeki bütün korkuların kaynağı ve duyguların kaynağı.
Gene bu alanda son yapılan bilimsel çalışmalar bunu göstermiştir. Batıda öylesine bilinen şeyler ki şu anlattığım amigdala ile olan bilgiler, şu demin biraz evvel arkadaşlara dağıttığım Amerika da ki, history kanalda bir bilimsel program olarak anlatıldı. Bu düzeyde. Her ne kadar bizim Avrupa da veya Türkiye de bu konu hiç konuşulmuyor bileyse de,
Evet amigdala korkuların ve duyguların kaynağı. Amigdalanın üstündeki baskın kimyasallar da gene ikinci beyinden geliyor. İkinci beyinden gelen etkiler amigdala da korkuları meydana getiriyor. Zaten insanın da hayatiyetinin devamı yaşaması korkulara bağlı. Korktuğu şeyden uzak duracak ki kendisini savunsun ve hayatiyetini devam ettirsin. Eğer korku olmazsa zaten ateşin içine de girer. Ateşte yanacağım korkusu dediğin zaman o yanma korkusu amigdala dan fırlıyor çıkıyor ortaya. Veya diğer korkular. Eğer yapılan araştırmalar göstermiş ki bu amigdala normal ölçülerine göre bazılarında yarım ebatta olabiliyor. Bazılarında ¼ oranında olabiliyor. Seri katillerde yapılan araştırmalarda bu oran ¼ oranında çıkmış amigdala.
Adamlara soruyorlar diyorlar ki bu kadar kişiyi öldürdün, bundan bir üzüntü duymuyor musun pişmanlık falan? Hayır gayet normal bir şey yaptım. Hiç pişmanlık acıma duygusu duymadım diyor. Acımadın mı dediklerinde; yo..! acımadım diyor. Saykopatlar diye bahsedilenler. (risk almaktan korkanlar). Bu da bizim korkularımızı, hayvani duygularımızı veya bedensellikten kaynaklanan duygularımızı yönlendirir.
Bir de bunun ötesinde en önemli ve ağırlıklı olan yön beyinde frontar kortex beynin ön lobu, bizim düşünme tefekkür, sorgulama, akli faaliyetler diye tanımladığımız işlevleri meydana getirir. Bu bölümüm gelişme gösterdiği en güzel süreç 7 ile 21 yaş arasındaki süreç, en hızlı gelişmeyi bu bölüm burada oluşturuyor. Onun için gençlik devresinde o yaşlarda edinilen bilgiler çok daha güçlü olarak oturuyor ve çok daha fazla gelişme imkanı sağlıyor. Yaşlılıkta öğrenme çok daha zor.
İşte sorgulamaları da getiren alan bu frontar kortex. Fakat istediği kadar sorgulamaları getirsin, eğer ikinci beynin ana beyin üzerindeki baskısı frenlenmezse, zayıflatılmazsa birinci beyindeki bu özellikler tam anlamıyla ortaya çıkamıyor. Bir an için sen bunu düşünüp engellesen dahi, daha sonraki bir anda senin bedensel duyguların, dürtülerin vs. lerin seni bedenselliğe çekiyor ve bedenselliğin gereği şeylerle meşgul olup onlarla oyalanmak durumuna geliyorsun.
Kişinin nesi oluyor ikinci beyin? Sana gerçek bilgi ulaşıyor. Bu gerçek bilgi; sen bu ikinci beynin yönettiği bir hayvansal yapı değilsin, sen bunun ötesinde ki ne sin.
Şimdi biraz evvel dedim ki insan beynindeki her bir hücre bir diğerinden farklı frekans ihtiva ediyor. Yüz milyarlarca beyin hücresi var. Bu yüz milyarlarca frekans demektir. Yüz milyarlarca frekans içinde dediğim gibi görmek 3 frekansta. Beyninde böyle bir frekans kapasitesi var. Evren de frekans okyanusu. Yani senin beynin evrene ayna. Bir diğer ifade ile beynin micro evren, evren macro beyin. Sende gerçekte böylesine bir potansiyel var. Fakat sen kendindeki bu potansiyelin farkında olmayıp ikinci beynin oluşturduğu hayvani istek ve arzu talepler peşinde koşarak, yalnızca bedeninin keyfi ve arzu ve tatmin çabasıyla yaşıyorsun. Bunun için icabında çalıyorsun çırpıyorsun, yalan söylüyorsun, iftira atıyorsun, her türlü melaneti işliyorsun. Sırf hayvan beyninin, bedeninin ve beyninin çıkarları için.
Halbuki sen de böyle bir potansiyel var. Bu potansiyel yüzünden sana halife unvanı verilmiş. O potansiyelin halifesisin sen. Denmiş.
İşte bu bilgi sana geliyor bu bilgi hidayet, yani senin beyninde hologram dünyana mehdi inmiş oluyor. Senin dünyana mehdi gelmiş oluyor ve sen bu ilimle işin hakikati ile yüz yüze oluyorsun. Karşılaşıyorsun. Ama işin bu hakikati ile yüz yüze olmana karşılık, karşında da deccal dikiliyor, ve o deccal seni cennetine çağırıyor. Şuurunda ki mehdi ye karşılık, bedenin deccal olarak seni bedensel istek ve arzularına davet ediyor. Yemenin zevkine ve keyfine, içmenin zevkine ve keyfine, sahip olma hırsının keyfine ve zevkine, sexin peşinde koşma keyfine çağırıyor ki, seni hayvaniyetle sınırlayıp kayıtlamak.
İşte onun içindir ki deniyor ki deccal ile karşılaştığın zaman deccalın cennetini seçme sonucu cehennemdir, Deccalın cehennemini seçenlerde cennete girer.
Deccalın cehennemi nedir?
Deccalın cehennemi bedenin bu istek ve arzularına sınır çekip, kendi öz kuvvelerini açığa çıkarmak.
Cennet yaşamını nasıl tarif ediyorlar.
Cennete giren kişi her ne dilerse, o anda dilediği yerine gelecek. Böyle bir istek ancak Allah’ın kendi özel kuvvelerinin esmasının sende açığa çıkmasıyla mümkün olur. Çünkü Kur’an diyor ki biz bir şeyin olmasını istersek ol deriz ve olur diyor. Cennete giren herkes her istediği anında olacaksa oluşturacaksa bu ne demektir? Sende o ilahi kuvvelerin açığa çıkmasıyla yaşayacaksın demektir. Yani senin hakikatinde bu var. Ya hakikatinde olan bunu tercih için Deccalın cehennemini seçeceksin, Sonucu Allah’ın cenneti, veya tersine Deccalın cennetini seçeceksin. Bunun sonucu da kendi hakikatinde ki, bunlardan bu özellikleri açığa çıkarmaktan mahrum kalmış olarak netice de hayvaniyetin gerekleri ile keyfi ile zevki ile yaşamak.
Ama bunu başarman da kolay değil. Çünkü Deccalı insanlar öldüremez. Yani insan diye tanımladığımız o düşünen hayvan Deccalı öldüremez. Deccalın öldürülmesinin tek bir yolu var. İsa yer yüzüne iner, İsa yer yüzüne indiği zaman Deccal onu görünce suyun içinde tuz gibi eriyip gider. İsa yeryüzüne indiği zaman haçı kırar. Hadislerde sabit değil mi. İsa yeryüzüne indiği zaman haçı kıracaktır. Haç nedir? İşte haç..! (ayakta durup kollarını iki yana açmış insan bedeni.) Böyle değil mi haç. Her yerde de bunu göstermiyorlar mı? İşte haçın manası budur. Haç bu bedendir. Gerçek haç, hakiki haç bu bedendir.
Deccalın sembolüdür haç. Deccalın sembolü olarak haç meydana gelmiştir.
İsevi kudret, İsa’nın hakikati hayat ve kudret isimleridir. Senin hakikatin de, varlığında hayat ve kudret vasfı açığa çıktığı zaman ölümsüz varlık olduğunu anlarsın ve ölümsüz varlık olduğunu anladığın andan itibaren de bu ölümlü varlığın senin için hiçbir anlam ve değeri kalmaz, su gibi eriyip gider. Artık bunun istek ve arzularına tabi buna köle olarak yaşamaktan çıkarsın. İhtiyacı olduğun da olduğu kadar yedirirsin, ihtiyacı olduğu kadar içirirsin, ihtiyacın olduğu kadar sexini yaparsın. Her şey bunu sağlıklı hayatta kalıp seni hedefine ulaştıracak şekilde gereği kadardır. Bu kadarıyla yapılır.
Dolayısıyla da bütün mesele önce kendi benliğinin ne olduğunu anlamaktır. Kendi benliğin o evrene ayna olan zerre küllün aynasıdır diye bahsedilen frekans yumağı olan beynin olduğunu anlayıp kavramak zorundasın. Biz bilimsel olarak bugün kavradık. Eskiler de bunu mecaz olarak anlatmışlar. Dolayısıyladır ki kendinde ki bu kuvveye iman edersen, zaten bu kuvvenin sonucu olarak ta var olduğun için, işte senin hakiki ben, Ben’in o dur. Gerçek ben o dur. Bu gerçek ben’i, oluşmuş olan ben, örtmüş ve kapatmıştır. Kim onu arıtırsa, arındırırsa o kurtuluşa ermiştir deniyor.
Gerçek beynini arındıran kurtulur. Yoksa, bu bedenin istek ve arzuları ile yer, içer, sever, sevilir, çocuk doğurur, yavrular, geçer gidersin. Ve bu bir süre sonra toprak olur gider, bu toprak olup gittikten sonra sen hologram dünyanda izlediğin o anı videolarınla birlikte sonsuza dek yaşarsın.
Kendindeki öz kuvvetleri bulamamanın, gerçekte o kuvvetlerin kendisinde var olduğunu göreceksin bileceksin, ama onları açığa çıkaramadığını da fark edeceksin. İşte bu cehennem diye anlatılan en büyük azaptır. Milyarlarca kilo altının varmış, sana var diyorlar, şu kapıyı aç arkasından al diyorlar inanmıyorsun, burada etrafının sadaka attığı kuru ekmeklerle hayatını geçiriyorsun, hayatının en son deminde bir bakıyorsun kapıyı açıyorsun orada altınları görüyorsun. İşte böyle bir olay.
Dolayısıyladır ki bu sistemi iyi anlamak lazım. Zira bu sistem, bu dediğimiz olay bundan yüzlerce binlerce sene evvel tespit edilmiş. Bu bizim bu gün konuştuğumuz bilgiler, bilim olmadığı bir devirde o beyindeki yüksek bahşedilmiş özelliklerin açığa çıkması ile, Resulallah tarafından onun ilmini takip eden çeşitli zevat tarafından müşahede edilmiş ve çeşitli mecazlarla misallerle anlatılmaya çalışılarak bu günlere kadar gelinmiştir. Fakat bu mecaz ve misallere iman edip ne olduğunu sorgulamadan sadece söylenilenleri yapma şansı vardı insanların. Yani, İnanıyorsun bir resule, veya bu işin hakikatini bildiğine inandığın bir veliye vs. O sana diyor ki; Bu işin aslı böyle böyle böyledir sen şunu ye şunu yeme, şu kadar ye şu kadar iç, şu kadar sex hayatın olsun, hayvaniyetine tapma, nefsi emareni frenle, o seni kontrol etmesin vs. gibi talimatlar veriyordu. Sen ona inandığın için mekanizmayı bilmeden anlamadan o söylenenler doğrultusunda bir takım şeyleri uyguluyorsun. Ve uygulamanın sonucunu alıyorsun. Zaten önemli olan uygulama ve sonucunu almak